20.10.2008

duvarın arkası

Bazen sembolik, sade bir hikaye yapar aklımıza; Ağdalı ve uzun cümlelerin yapamadıklarını...

Bir grup insan, duvarın önünde durmuş, hararetli bir şekilde tartışıyordu. Bu; o güne has birşey değildi. Onlar senelerdir o duvarın önünde zaman zaman buluşup, ardında ne olduğuyla ilgili tartışmalara giriyordu. Bu esnada kimi kavga ediyor, kimi sadece dinliyor, kimi olanlara gülüyor, kimi hiç umursamayıp bir kenara uzanıyor, kimi de bu işten nasıl bir kazanç elde edebileceğini düşünüyordu. Küçük bir çocuk ise, ilk defa şahit olduğu bu manzaraya dikkat kesilmiş, bakıyordu…
Duvarın arkasında ne olduğu hakkında tüm tartışmaları dikkatle dinleyen ve bu konuda yazılan kitapları takip eden bir kesim ise, okuduklarını birleştirerek daha net bir görüntü çıkarmaya çalışıyordu kendilerince. Bunlar, duvarın önünde kitaplarını satıyorlar, konuşmalar yapıyorlar ve insanlara -okuduklarından öğrendikleri kadarıyla- duvarın arkasını anlatıyorlardı. Başka bir grup ise; karmaşık, uzun ve ağdalı cümleleri olabildiğince günlük dilden uzak terimlerle bezeyerek, anlaşılmamak üzere konuşmayı, bu şekilde saygı göreceklerine inandıkları için sürdürüyorlardı. Bazıları ise bu yöntemi, bilmediklerini saklamak için kullanıyordu. “Tartışmalarda otorite kabul edilmenin kıstası bu demek ki” diye düşündü küçük, saf çocuk, “Ne dediğini kimse anlamamalı…”…
Dikkatlice gözlemlediğinde, hemen her grubun birbirinden farklı varsayımları savunduklarını görebiliyordu. Yani bu gruplardan birinin söylediklerinin doğru olması, diğerlerinin söylediklerini yanlış kılacaktı. Duvarın arkasını görmeden söylenen onca söz, yapılan onca tartışma, ne derece doğru olabilirdi? İnsanların, doğalarındaki farklı eğilimler nedeniyle farklı yemekleri beğenmeleri ve seçimlerini diğerlerine beğendirmeye çalışmaları ne derece mantıklıysa; kendilerine yakın gördükleri fikri mutlak doğru kabul ederek diğerlerine karşı savunmaları da o derece mantıklıydı…
O sırada, elindeki kazmayla grubun yanından geçen, rahat kıyafetler giyinmiş bir adam çarptı çocuğun gözüne. Hareketlerinde hiç yapmacıklık göremedi. Kendini diğerlerine ispat etme çabası sezemedi. Tek sezdiği halindeki eminlik ve rahatlıktı. Onu; gittiği yol boyunca, kalabalıktan uzak bir noktada duruncaya kadar izledi. Adam bir süre duvarın önünde durduktan sonra çocuğa dönerek “Onca yolu duvara bakmak için mi geldin evladım?..” dedi gülümseyerek. Çocuk, bir anda yakalanmanın verdiği şaşkınlıkla, ağır ağır adamın yanına yürüdü ve “Kazma?” diye sordu şaşkınlıkla. O sırada adam cebinden onun daha evvel hiç görmediği bir meyva çıkarmıştı. “Önce” dedi hafif bir gülümsemeyle, “seninle bu meyvanın tadı hakkında tartışacağız…”. Çocuk, “Tatmadan bilemem ki” dedi hafif bir sesle. “Olsun; koklarsın, tahmin etmeye çalışırsın, hatta sana tarihte bu meyvayla ilgili edinilmiş tüm bilgileri veririm…” diye cevapladı. “Yine de, tatmadıktan sonra, ne anlamı olacak sözlerimin?” diye sordu çocuk, söylediklerine olan inancını ses tonuyla birleştirerek. “Niye böyle düşünüyorsun? Pek ala bu bilgilerle kitaplar yazabilir, çevreni genişletebilir, insanları kendine hayran bırakabilirsin. Belki ilerde ünlü bir meyva uzmanı olursun, hem de sertifikalı… Ne dersin?” Cümlesinin sonunda derin bakışlarını kesen muzip bir gülümsemeyle göz kırptı adam. “Meyvayı tadamadıktan sonra neye yarar ki bu?” dediğinde çocuk; adam kulağına doğru eğilerek “Basit gibi görünen bu soruyu kendine dürüstçe sorabilen kaç kişi vardır sence dünyada?..” diye sordu hafifçe. Meyva geldiği yere geri gitmişti. “Madem tatmak istiyorsun, o zaman fikir yürütmeyi bırakıp, işimize bakalım. Kazmadan nereden bileceksin duvarın arkasını? Duvarın arkasında her ne varsa, onu görmeden söylenen söz ne anlam ifade edecek? Bilgi; şuuru nihayetine vardırmadıktan sonra, tüm bu öğrenilenler, tartışılanlar neye yarayacak? Bunu cevaplamak, sormak kadar cesaret ister evladım. Gördüğün heybetli karakterlerden kaçı, senin bu sorgulamanı yapmıştır acaba? Şimdi, vur kazmayı duvara… Görelim bakalım ardında ne varmış… Ha, dikkatli ol! Duvarı kazmak hassas iştir. Niceleri altında kalmıştır yanlış vuruşlar sonucu. Yanlış açıyla kazanlar bezmişlerdir bu yoldan. Tek vuruşta açanlar, olmuşlardır aklından. İyisi mi sen ‘orta yol’da git… Ben uğrarım arada…”
Çocuk, adama nereye gittiğini sordu. “Duvarın önündekilerle sohbet etmeye… Çok tatlı insanlardır, birgün seni de tanıştırırım. Onların arasında da eline zamanında kazma almış olanlar var. Herkes sevmez kazma işlerini. Onlar da kendi haliyle mutlu… Hepimiz alsak elimize kazmayı, yıksak tüm duvarı, o zaman karmaşadan başka ne kalır geriye? Duvar bir amaca hizmet ediyor ki var… Sen kaz bakalım…”

cagrı dörter
http://yorumsuzblog.wordpress.com/2007/12/03/duvarin-arkasi/#more-805