13.01.2009

Olmak mı ? Gibi olmak mı ?

İnsanoğlu çok genel anlamıyla dış ve iç olarak iki benlikten meydana gelir. İç benlik ona fırsat verilip fark edilmeye başlandığında zamanla ortaya çıkabilir. Bize düşen onun varlığını fark etmemizdir.Ama kendimiz olarak kabul ettiğimiz ve dışarıya yansıttığımız benlik dünya yaşamının güncelleştirdiği haliyle bu fark ediş ve ortaya çıkışı önlemeye çalışır. Bu iki benliğimizin ayırdında olmayarak yaşadığımız sürece gerçek olan benliğimiz ortaya çıkıp bize rehberlik edemez.Halbuki, gerçek benliğin farkında olursak, dış benliğin özlediği olması gereken duyguya ulaşmak daha kolaydır.İnsanın kendini fark edebilmesi, dış benliğin iç benlik üzerindeki etkinliğini azaltabilmekle mümkün olacaktır. Böylece kişi şuuru daha gelişkin olan bir varlık olmaya başlar. Zaten insanlar birbiriyle çelişen benliklerin toplamı olduklarını fark edemedikleri sürece gerçek İNSAN olma yolundaki sürece girmeleri zorlaşır.Bunu geliştirmek için insanın kendini gözlemlemeye başlaması gerekir. Şimdilerde böyle bir şeyler yaptığını sananlar, ne yaptıklarını bildiklerini ısrarla söylemektedirler. Ama asıl gözlem bu değildir. Çünkü aldıkları bazı eğitimler ve yaptıkları çalışmalarla , ortaya koydukları davranış biçimlerine baktığımızda; iç benliklerinin özlemini duyduğu davranış halini halâ kazanamamış olduklarını görmekteyiz. En basit deyişle doğru gözlem çalışmasında benliğimizi ikiye ayırarak, inceleyen ve incelenen olarak gözlemeye gayret etmeliyiz.Kendilerini geliştirmeye uğraşırken, çalışmanın gereken zaman ve doğrulukta yapılmamasından kaynaklanan başarılı olmama hali, insanları çok bilenler (!) haline getirip, aslında ulaşmaya çalışılan tekamül yolundan tam tersine uzaklaştırmaktadır. Ve sözde tekamül yoluna sürüklemektedir.Bunun sonucunda ise, bu kişiler gerçek anlamda gelişemeyen güçler olarak, başka insanlar için ruhsal anlamda, bir karmaşa yaratarak tehlikeli olmaya başlarlar.Bu insanlar, çevrelerinde ki her şeye farkında olmadan, etki-tepki yasasını uygulayarak yaşamaya devam ederler. İyi haberlere sevinip, kötü haberlere üzülmek onlar için duyarlı olmak olarak adlandırılır. Temel de bu şekilde yaşama karşı mekanik bir yaklaşım içindedirler. Yaşamın bu şekilde sürdürülmesi de onların giderek daha mekanik varlıklar haline gelmelerine neden olacaktır.Kendimizin farkında olma halinde, yüzleşmeler esnasında incinmekten kaçınırsak eğer, içinde bulunduğumuz mekaniklikten de kurtulmamız gittikçe zorlaşır. Ol’mamız gereken hale ulaşamayız bir türlü.Bu mekanik olarak tabir ettiğim durum, ezoterik bilgilerde anlatılan insanın uykuda olma halidir gerçekte. Ve bu gözlemlemeye başlama hali, kendini uykudan uyandırmak için başlangıçtır aslında. Kişiler kendilerini fiziksel dünya haline uyum içinde tutmaya devam ettikleri sürece uyku hali de sürecektir. Ama sabırlı ve dikkatli bir gözlem sonucunda nasıl da mekanik, yani dünyevi davranış halinde olduğumuzu fark etmeye başlayabiliriz. Yalnızca dünyevi konularla özdeşleşme halini sürdürdüğümüz sürece söz konusu olan bu gözlemi sürekli farkındalık haline dönüştürebilmemiz mümkün olmaz. Dünyevi olanda “eleştiri”, “sahte benlik”, “bana kimse bunu yapamaz hali” ve “olumlu eleştiriye açık olmama” gibi şeyler vardır. Dünyevi halden kaynaklanan bu davranış biçimleriyle özdeşleşme halini terk etmeye başladığımızda kişisel gelişimimiz için büyük adımlar atmaya başlarız.Dünyevi hallerle özdeşleşme durumunda duygular ön plandadır. Muhtelif duygularla özdeşleşiriz. Üzülürüz, kızarız, öfkeleniriz vs. ve karşı savunma haline çok kolay geçeriz. Sevgi sözcüklerini tebessümle kullanırken, birden ayağımıza basan birisine süratle öfkeleniriz. Ve o esnadaki varlığımız hemen öfke duygusuyla özdeşleşir. Ve bu hal yaşamdaki her olayda başımıza gelirken, gerçek benliğimizi bu duygu selinin içinde kaybederiz. Henüz sesi kuvvetsiz olan gerçek benliğimiz, üzerindeki bu tür etkilerden ezilerek sesini duyuramaz.Bildiğimiz psikolojideki iç gözlem halinden farklı olarak, kendimizi gündelik halimizin dışında gözlemlemeye başladığımızda dünyevi benlikten sıyrılmaya başlarız. Hepimizin ağzında ve entelektüel anlamda olan “içe dönmek” dediğimiz şeyle, kendini gözlem birbirine karıştırılmamalıdır. Her ikisi son derece birbirine aykırıdır. Dikkatli biçimde kendimizi gözleme alabildiğimiz de, dünyevi kimlikten sıyrılmaya başlar ve gündelik hayattaki benliğimizin yani dış benliğimizin zayıf ve bizleri ruhsal olarak aşağıya çeken taraflarını fark etmeye başlarız.Böyle bir farkındalık bilinci devam ettiği takdirde, gündelik yaşamdaki halimizin bir hayli şuurlu hale gelmesini sağlayacaktır. Kendini gözlem yöntemi ruhsal gelişim yolunda ilerlemek isteyenler için tek yöntemdir aslında.Kısaca dikkatleri çekmeye çalıştığım, kendini gözlemden yola çıkarak gelmek istediğim nokta ; henüz kendini ruhsal yönden ıslâh edememiş ve daha, bir üst düzeye ulaşamamış olmalarına rağmen, bir çok eğitmenin öğrencilerim dediği başkalarını ıslâh etme çabalarıdır. Dünyevi kişilikleriyle algıladıkları bilgileri falan master / filan master adı altında başkalarına sunmaya çalışmalarıdır.Batı dünyasının ortaya çıkardığı “oryantalizm” yolunda, doğunun tartışılmaz bir parçası olan memleketim insanının da bu durumlara bilinçsizce alet olmasından bahsediyorum. Üstelik bu insanlar, entelektüel anlamda baktığımızda genellikle mevki sahibi , okumuş ve sözde araştırmış görünenlerden oluşuyor. Dolayısıyla masum bir ruhsal eğitim arayış içinde olan sıradan insanın bu aldatmacaya kanması çok kolay oluyor. Kendisi sandığı, henüz gerçek tinsellikten nasibini almamış, entelektüel kişiliğini arka plana çekememiş olan bu insanlar eğitimleri için duyuru üzerine duyuru yayınlamaktalar. Ve kişisel gelişim akımıyla sürüklenmekte olan bireyler de bu duyurulara inanarak istekle katılmaktalar. Günlük yaşamın ağırlığını üzerinden atamamış bir çok insan süratle eğitim alıp, yine aynı süratle eğitim vermeye yönlendirilmektedirler. Günlük yaşamlarının getirdiği ve ben sandıkları kimliklerinin hırs ile yoğrulmuş arzu ve tutkuları o kadar öndedir ki, gerçek öğretilerin varlığı bu esnada maalesef karanlıkta kalmaktadır.Bir kaç günde verilen sözde aydınlanma eğitimleri, çok süratli işleyen enerjiler falan derken ortalık sahte öğreticilerle dolmuş durumda.Ve bu sahte eğiticiler kendini fark etme denilen şeyin yüzlerine yapıştırdıkları ruhu olmayan gülümseme maskesi olduğunu sanmaktalar ne yazık! O kadar farkındalar ki (!), melek kanatlarını saklayacak yer bulamıyorlar bir çoğu. Gündelik hayatın içinde sahte benlikleriyle bütünleşmekle o kadar meşguller ki, derindeki gerçek benliklerini fark etmeye zaman ayıramıyorlar. Ve sahte benliklerin aktarabileceği kapasitedeki yenilik yapmış olmak adına yapılan sözde yeni öğretilerle etraflarındakileri daha aşağı bilinç seviyelerine çekerek zehirlemeyi sürdürüyorlar. Olması gereken bu mu ?Evet, dünya karanlık çağa doğru hızla ilerlerken olması gereken bu. Dünyanın üzerine çökmüş olan çok güçlü karanlığın içinden geçerken, gözlerimizin hakikate açılabilmesi için insanoğlunun da bu karanlığın içinden geçmesi gerekiyor. Karanlığın içinden geçmeden gözlerimizi aydınlığa açamayacağımız için, olması gereken durum bu.Ama hepimizin de karanlığa gömüleceği anlamına gelmemeli bu. Ruhsal anlamda gerçek bir İNSAN olma yolunda ilerleyen her bireyin kendi farkındalığına sahip çıkması gereken dönemdeyiz. Aksi takdirde insanın ruhsal gelişimine hiçbir katkısı olmayan sahte aydınlanmalarla karanlığın içine her geçen gün biraz daha gömülebiliriz.Dünyanın bu sahte aydınlanma akımlarının içinde nereye sürüklendiğini biraz olsun görmeye başlayıp, bunlardan kendi farkındalığımızla korunarak kurtulmamız gerekmektedir. Gündelik hayatın içinde güçlüklerle karşılaştığımız anlarda, bu güçlüklerle özdeşleşen kimliğimizi fark edip gerçek benliğimizi her an hatırlayarak ön plana çıkmasını sağlamaya çalışmalıyız.Eğer bunu başarabilirsek kendimizi olmamız gereken daha yüksek seviyelerde bulmamız kolaylaşır. Hem de dünyevi kimliğin yani dış benliğin en baskın olduğu anlarda onun egemenliğinden iç benliğimizi kurtarıp, dış benliğin gücünü kırabilir hale geliriz.Dünyevi benliğin egemenliğinden çıkmayı başarabildiğimiz zamanlar ise iç benliğimiz bizi gerçek üstatlara doğru yönlendirecektir. Yani, her şeyi sözde eğitim veren insanların eline bırakmak değil, tam tersine önce kendi farkındalığımızı kazanıp ondan sonra gerçek öğreticiyi seçme şansını yakalamak zorundayız.Yoksa kendi gerçek benliğinin farkında bile olmayan sözde öğreticilerin elinde ruhsal yolculuğumuz yavaşça geri dönüşü olmayan bir biçimde giderek kararmaya başlayacaktır. Ki, bu zaten ruhsal bakımdan uykuda olan insanlar için fark edilmesi daha bile zor olacak bir süreçtir.Sözün bu kısmında İncil’den bir alıntı yapmak istiyorum :Matta Bölüm-7 : 15 “ Sahte peygamberlerden sakının! Kuzu postuna bürünerek gelirler size, ama özde yırtıcı kurtlardır.”Gezegenimizin bu sancılı günlerinde ne yazık ortalığı kuzu postuna bürünerek gelen sözde eğitmenler kaplamıştır. Gerçek öğreticinin bu posta ihtiyacı yoktur. Onun üzerinde abartılı bir giysi göremezsiniz. Çünkü göz boyamaya ihtiyacı yoktur. Belki çok yumuşak sevgi dolu sözleri de yoktur. O sadece bildiklerini söyler ve çekilir. Bu yüzden sıradan insanın gözünden kaçması çok normaldir bu öğreticinin. Kuzu postundakiler ise örtünme, yani kamufle olma ihtiyacındadırlar gerçek yüzleri görünmesin diye.Şu var ki, Yaratıcı insanoğluna kullanması için bir akıl vermiştir. Bunu kullanmayı engelleyen her türlü faaliyet insan evrimine karşı olan karanlık güçlere aittir.Öncelikle insan olarak gerçek benliğimizi hatırlamakla ve onu bulup çıkartmak ve güçlü olmasını sağlamakla görevli olduğumuzu unutmamalıyız. Kendimizi kendimize karşı savunmaktan vazgeçip dış benliğimizin düşüş gösterdiği noktaları tüm açıklığıyla görebildiğimizde, zaten kuzu postları bize hiç de cazip gelmeyecek ve ışıltılı bilgilere (!) ihtiyaç duymamaya başlayacağız.İçimizde yerleşmiş olan ve kendi gerçek benliğimiz sandığımız, sahte benliğin bizden beklentisi rol yapmamızdır. Biz de buna uyup rol yapmayı bırakmadığımız sürece yapılan tüm çalışmaların etkisi , sahte benlik üzerinde eriyip gidecek ve kaybolacaktır. Ve biz bedenimizi terk ederken bu çalışmalar bedenimizle birlikte dünya da kalmaya mahkum olacak ve tekamül etmesi gereken ruhumuza hiçbir katkısı olmayacaktır.Sahte benlik kendini, değerli ve gerçek benlik zannettiği için kendini korumaya çalışmaktadır. Ve bu nedenden dolayı gerçek benliğimizle egemen olma konusunda müthiş bir mücadele vermektedir. Bu yüzden tüm savunma ve saldırı mekanizmaları onun hizmetindedir. Gerçek benlik ise kendini asla savunmaz ve saldırmaz, çünkü savunmaya ve saldırmaya ihtiyacı yoktur. O sadece fark edilmeyi bekler sessizce.İşte, bu noktada hatalarımızı ve yanlış yaklaşımlar içinde olduğumuzu kabullenerek başlayabiliriz kendimizi gözlemlemeye. Kendimize karşı dürüst olarak, olumsuz duygularımızı gözlemleyip onlarla özdeşleşmeyi bırakabildiğimiz nokta da Gerçek Benlik (iç benlik) yönetimi ele geçirmeye ve sesini bizim bildiğimizden daha farklı bir biçimde hissettirmeye başlayacaktır.Kızgınlığı,öfke ve şiddet duygularını yaşamımızdan çıkartarak, iç çatışmaları yöneten içsel konuşmayı bırakmamız gerekir. Başka insanların eleştirel davranışlarına verdiğimiz tepkiler bize tahminimizin üzerinde bir enerji harcatır. Bu gereksiz harcadığımız enerjiden kurtulmaya başladığımız zaman sahte benliğimizin bize verdiği savunma amaçlı kibirden kurtulup, başkalarına daha nazik davranma şansını yakalayabiliriz. Bu nezaket iç dünyamıza müthiş bir zenginlik katacak ve alma-verme noktasını dengeleme yeteneğini kazandıracaktır. Günümüzde ruhsal zenginliği giderek azalan iç dünyalara sahip olduğumuz için, bu zenginliği dışarıdan gelecek içi boş öğretilerde aramaya başladı insanlar. Ve bunun yanı sıra batının yarattığı “oryantalizm” kurbanları olarak iç zenginliğimize ulaşma yollarını sahte gurularda aramaya başladık. “Susmak şeytanla işbirliği yapmaktır” denir. Bu yüzden gerçeği konuşmaktan ve aramaktan asla çekince duymamalıyız.Gerçeğe giden yol ise, sahte peygamberlerden değil, kendi farkındalığımızı kazanmaktan ve bu farkındalıkla sahte olanı ayırt edebilmekten geçer. Kendi farkındalığını kazanamayanlar ise kuzu postlarının peşinden bir oraya, bir buraya sürüklenip, belki biraz olsun edinmiş oldukları ruhsal kazançlarını savurmaya mahkumdurlar şuursuzca.Sadece yenilik olsun diye yenilik imal etmeye çalışmak kısırlıktır. Gerçek yenilik kaynaklara dönüşle başlar.Gerçek olan öğreti bulunduğu zaman bunun çok eski zamanların bilgeliğinden süzülüp geldiğini anlayabiliriz. O zaman ortalığa dökülmüş olan sahte aydınlanma bilgilerine ve önüne gelenin yarattığı inisiyasyonlara ihtiyaç hissetmeyiz. Yaratıcının bizden beklediği hem dünya yaşamımızı, hem de ruhsal gelişimimizi kısır ve insanı çıkmaz yollara sokan öğretilere teslim etmememizdir. Hakikâtin arayışı içinde olmak insan olmanın getirdiği temel görevimizdir. Naçiz’ane tavsiyem bu gerçeği kavrayıp, bu doğrultuda hareket etmemiz gerekliliğidir.Son sözüm şudur ki : Gibi olmayın, sadece Ol’un.Gülüm Omay www.reikievi.com